Gıda Güvenliğini Tehdit Eden Tektiplik Sorunu ve Çeşitliliğin Önemi

Dünya nüfusunun 2100 yılı civarında 11 milyara ulaşabileceğini tahmin eden Birleşmiş Milletler’e göre bugün 1 milyara yakın insan yatağa aç giriyor. 2 milyardan fazlasının ise gıdaya erişimi sınırlı; bunun önemli bir kısmını ise çocuklar oluşturuyor.

Bu insanların gıdaya erişememesinin nedeni ise küresel gıda sisteminin klişe yalanı olan “gıda kıtlığı” değil. Herkese yetecek kadar, hatta daha fazla gıda zaten üretiliyor. Açlık sorununun çözümü de endüstriyel tarım şirketlerinin buyurduğu gibi “az alan ve hayvandan daha fazla verim almak” hiç değil.

Zira Sanayi Devrimi’yle başlayıp Yeşil Devrim’le gıda sisteminin iliklerine işleyen bu kıt tarım anlayışı toprağı, havayı, suyu, iklimi ve biyoçeşitliliği mahvetti, insanların bedenini ve ruhunu zehirledi.

Ortaya çıkan aşırı miktarda sera gazının yanı sıra ormansızlaştırma, monokültürel tarım ve hayvanları tutsak eden çiftçilik yöntemleri, ekosistemleri ve gıda sistemlerini strese soktu. İnsanlığa sağlıklı bir gelecek sunmaya yetecek kaynakları tüketti.

Bugün açlığın ve yoksulluğun en büyük nedeni, gıdaya erişimde adaletsizlik yaratan bir gıda sistemi olması; yani mevcut gıda sistemi sorunun ta kendisi olarak karşımıza çıkıyor. Küresel gıda sisteminin büyük tekellerin avuç içinde olması, bu sorunun ana kaynağı.

Bu şirketlere en çok kazancı getiren pirinç, soya, mısır ve buğdaya, yani tek tip (monokültürel) gıda ürünlerine yaratılan bağımlılık, çevreye ve insan sağlığına zarar verdiği gibi ekonomileri de olumsuz etkiledi. Aynı zamanda küresel gıda sistemini şoklara karşı savunmasız hale getirdi.

Büyük gıda şirketleri tarımın içini boşaltıyor

Bilindiği üzere gıda maddelerinin mevcut küresel ticareti ve tedarik zinciri, az sayıda büyük şirket tarafından kontrol ediliyor. Tohumundan üretimine, işlemesinden paketleme ve nakliyesine kadar gıda sisteminin tüm süreçlerini bu şirketler ele almış durumda.

Bu da hem geçim kaynaklarına hem çevreye hem de insan sağlığına onarılması güç zararlar veriyor. Bu tekellerin, gıdayı geçim ve sağlıklı beslenme kaynağı değil de kârlı bir yatırım olarak görmeleri ciddi eşitsizliklere ve krizlere yol açıyor.

Küçük ölçekli ve aile çiftçileri, gıda egemenliği tabanında gıda güvenliğinin temeli olurken, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi gelişmekte olan ülkelerdeki küçük ölçekli ve aile çiftçilerinin yerini bu şirketlerin doğrudan yabancı yatırımları alıyor.

Bu da arazi mülkiyetindeki eşitsizlikleri körüklüyor. Sektör kendisi için güvenli ve potansiyel olarak kazançlı getirilere yönlendikçe milyonlarca insanın gıda güvenliği gün geçtikçe azalıyor. Açlık çeken insan sayısı gitgide artıyor.

Ayrıca büyük firmalar, rakip şirketleri ve daha küçük olan firmaları satın alarak ve büyük birleşmeler yoluyla gıda sisteminin kilit alanlarına tamamen egemenlik kuruyor. Hal böyle olunca da gıda sisteminin kâr odaklılığı, gıdaya erişimde sorunlara yol açıyor.

Nottingham Üniversitesi’nden Ekonomik Coğrafya Yardımcı Doçenti Liam Keenan, Singapur Ulusal Üniversitesi Finansal Coğrafya Profesörü Dariusz Wojcik ve Warwick Üniversitesi’nden Yardımcı Doçent Timothy Monteath de yaptıkları çalışmada, bu düzeydeki yoğun tekelleşmenin çiftçileri ve gıdayı krize soktuğunu söylüyor.

Güçlü şirketlere karşı kırılgan hale getirilen çiftçiler, tıpkı bugün Türkiye’de olduğu gibi pazarlık yapma gücünden yoksun oluyor. Küresel gıda sektörünün önemli süreçlerinde yer alan işçiler ücretleri, temel hakları ve çalışma koşulları gibi konularda baskılarla karşı karşıya kalıyor.

Hal böyle olunca da nesilden nesile toprağını ekip biçen yerel topluluklar ve çiftçi aileler büyük firmalara bağımlı hale geliyor veya gün geçtikçe tarımdan uzaklaşıyor, çiftçiler şehirlere göç ederek niteliksiz işlerde patronların tahakkümü altına girilerek ağır bir şekilde sömürülüyor.

Dünya genelinde tüketilen gıdanın %75’inden fazlası, yalnızca 12 bitki ve 5 hayvan türünden geliyor

Birleşik Krallık’taki Açık Üniversite’de Çevre ve Kalkınma Profesörü olan Shonil Bhagwat ile Kraliyet Ziraat Üniversitesi’nden kıdemli öğretim görevlisi Emmanuel Junior Zuza ise gıda sistemindeki sorunun bir başka boyutunu ele alıyor.

Yazdıkları son makalede tarımsal ürün çeşitliliğinin, gıda sistemi dönüşümünün anahtarı olduğunu ortaya koyan Bhagwat ve Zuza’ya göre, dünya genelinde tüketilen gıdanın %75’inden fazlası, yalnızca 12 bitki ve 5 hayvan türünden geliyor.

Çeşitliliğe dayalı bir gıda sisteminin, insanların ve gezegenin sağlığı için birçok fayda sağlayabileceğini ve bu sayede servetin de daha adil bir şekilde dağıtılabileceğini öne süren araştırmacılar, endüstriyel monokültürel gıda ürünlerinin aksine, çeşitli mahsul ve ağaçların yetiştirildiği çiftliklerin çevre için daha iyi olduğunu çünkü ekosistemin zenginliğini arttırdığını, besin döngüsü ile karbon tutulmasını iyileştirdiğini ve çiftçilerin geçimini desteklediğini söylüyor.

Örneğin, Doğu Afrika’da 2023’te yapılan bir araştırma, yalnızca tahıl taneleri üreten monokültürlerin aksine, çoklu mahsul sistemleri kurmanın gıdanın yanı sıra yakacak odun, kereste, şifalı bitkiler ve diğer odun dışı orman ürünleri sağlayarak geçim kaynaklarını da desteklediğini gösteriyor.

Bir başka örnek ise Zambiya’dan; 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında Zambiya’daki hükümet, darı ve sorgum gibi yerli ürünlere kıyasla monokültürel mısır üretimini teşvik ederken günümüzde de mısır üretimi önemli bir destek almaya devam ediyor. Öyle ki hükümetin yıllık tarım bütçesinin neredeyse %80’i mısır üretimine harcanıyor. Sonuç olarak, sınırlı besin değeri olan mısır, halkın sofrasına hâkim; bu da bölgedeki kronik gıda güvensizliğine katkıda bulunuyor.

Monokültürel tarım sağlığı da bozuyor

İşin sağlık boyutuna ayrı bir pencere açalım: Bilindiği üzere gıda ve sağlık birbiriyle yakından ilişkili. Birleşik Krallık’taki yetişkinler üzerinde yapılan bir araştırma, aşırı işlenmiş gıda tüketiminin, kanser ve kalp hastalığı gibi metabolik hastalık riskinin artmasıyla ilişkili olduğunu gösteriyor.

Birleşik Krallık’ta ergenlerin tükettiği kalorinin üçte ikisi, endüstriyel firmalar tarafından üretilen bu tip gıdalardan geliyor. Bu da ülke genelinde artan kronik sağlık sorunlarına temel oluşturuyor. Bu örnek birçok ülke için geçerli.

Bhagwat ve Zuza’nın araştırması, gıda sistemini çevresel kaygılara, beslenme ihtiyaçlarına ve geleneklere öncelik verecek şekilde dönüştürmenin yollarını araştırarak, çeşitliliğin gıda sisteminin tüm seviyelerine dahil edilmesi gerektiğini öneriyor.

Araştırmacılar, besinlerimizin geldiği bitki ve hayvan türlerini çeşitlendirmenin mantıklı bir “başlangıç ​​noktası” olduğunu ama çeşitliliğin üretimden tüketime her aşamada olması gerektiğini söylüyor.

Peki üretimden tüketime çeşitlilik nasıl sağlanabilir?

  • Üretim ve işleme: Sadece bir mahsulün değil, çeşitlilik arz eden mahsullerin yetiştirildiği bir arazi, tarımsal ormancılık, permakültür ve onarıcı tarım da dahil olmak üzere daha geniş yelpazedeki tarım uygulamalarının yanı sıra habitatların ve tarım dışı türlerin çeşitliliğini de destekliyor. Çeşitlilik arz eden tarım arazileri, genellikle küçük ölçekli aile çiftliklerinde yetiştirilen çok çeşitli mevsimlik ürünlere dayalı daha fazla yerel ve bölgesel gıda ekonomisini de teşvik ediyor. Bu sayede toplumun daha büyük bir bölümüne ekonomik fayda sağlama fırsatı doğuyor.
  • Ticaret ve taşımacılık: Gıda ürünlerinin çeşitliliği, yerel işletmeler aracılığıyla yürütülen gıda işleme ve paketleme teknolojilerinin çeşitliliğini de beraberinde getiriyor. Daha çeşitli mahsullerin, sebzelerin, meyvelerin ve et ürünlerinin depolanması, dağıtımı ve taşınması, küresel tedarik zincirlerine bağımlı büyük süpermarketlerin aksine daha fazla yerel işletmeyi destekleyen bir altyapı sağlama potansiyeli taşıyor.
  • Tüketim ve beslenme: Sanayileşmiş gıda sisteminin, gıdayı çoğu yerde ucuz ve bol hale getirdiği düşünülse de bunun çevreye ve insan sağlığına büyük bedelleri var. Buna karşın yerel ve bölgesel ekonomilere önem veren bir gıda üretimi, işlemesi ve tedariki, aynı zamanda tüketicilere de fayda sağlama fırsatı tanıyor. Gıda sistemi, işlenmiş gıdaları azaltarak sağlıklı gıdalar sunabilirse, bunun daha iyi sağlık sonuçlarına yol açacağına şüphe yok. Zira daha çeşitli gıdaların, bağırsak mikrobiyomunu iyileştirmesi nedeniyle daha iyi fiziksel ve zihinsel sağlığı teşvik edeceğini söyleyebiliriz. Bu sayede sağlık sistemindeki yük azaltılarak olumlu yönde ekonomik faydalar da sağlanabilir. Şu da var ki yerel olarak üretilen ve mevsimlik yiyecekler daha pahalı olabilir. Ancak hükümetlerin fiyatları düzenlemeye ve yerel/bölgesel gıda ekonomilerini desteklemeye yönelik desteğiyle, gıda daha uygun fiyatlı hale getirilebilir. Bu noktada hükümetlerin gıdayı, sağlık ve çevre koruma gibi konuların yanı sıra kamu ekonomisinin ayrılmaz bir parçası olarak görmesi gerekiyor.

Bir çözüm yolu olarak onarıcı tarım

Bu noktada iyi bir yol olarak karşımıza çıkan “Onarıcı Tarım” anlayışı, ekosistemleri bozmadan (ve hatta iyileştirerek), aynı zamanda insan sağlığını destekleme amacıyla üretim yapılabileceğinin iyi bir örneği.

Ekili arazilerdeki toprak koşullarını iyileştiren uygulamalar, sentetik pestisit ve gübre kullanımının azaltılması, daha az sıklıkta toprak işleme ve örtü ekimine yer vererek hem ekosistemi iyileştiriyor hem de gıdada çeşitlilik sağlamasıyla biliyor.

Afrika özelinde onarıcı tarımı inceleyen 2021 tarihli bir rapor, bu tarım biçiminin 2030’a kadar Afrika ekonomisine yılda 15 milyar dolardan fazla katkı sağlayabileceğini, bu rakamın 2040’a dek 70 milyar dolara ulaşabileceğini ortaya koyuyor.

Aynı rapor, bu tarım yönteminin 2030’a kadar bir milyondan fazla, 2040’a kadar ise yaklaşık 5 milyon tam zamanlı iş yaratabileceğini gösteriyor. Bu noktada açlığı azaltacak ve toprakla birlikte insanı da sağlıklı kılacak bir yöntemden bahsediyoruz. 

O halde soruyoruz; gıda sistemini değiştirmenin, bize yaşam imkânı sunan çevremiz ve insanlık için daha sağlıklı bir geleceği kurmanın vakti gelmedi mi? Geldi!

Toprağı, havayı, suyu, iklimi ve biyoçeşitliliği onarmak, Gaia’nın sahibi değil, sadece bir parçası olan insanlar olarak bizim elimizde. Bedenimizi ve ruhumuzu iyileştirmek için de buna ihtiyacımız var.

İyi bir gelecek orada ve biz bu geleceği birlikte kuracağız.

Güneş her gün doğuyor ve biz güneşi birlikte toplayacağız.

Yazı: Batuhan Sarıcan

Kaynakça

https://www.fao.org/newsroom/detail/un-report-global-hunger-sofi-2022-fao/en

https://theconversation.com/a-more-varied-diet-would-help-the-worlds-economy-as-well-as-its-health-236815

https://ticaret.gov.tr/blog/sektor-haberleri/rejeneratif-tarim-nedir#:~:text=Rejeneratif%20%C3%A7ift%C3%A7ilik%20veya%20rejeneratif%20tar%C4%B1m,ve%20%C3%B6rt%C3%BC%20ekimi%20yer%20al%C4%B1r

https://theconversation.com/the-global-food-system-is-owned-by-an-ever-smaller-number-of-companies-its-damaging-our-health-our-communities-and-the-planet-232414

https://theconversation.com/our-global-food-systems-are-rife-with-injustice-heres-how-we-can-change-this-163596