Sahte Benlik ve Bilinç: Mış Gibi Yaşamlardan Yeni Gerçekliğe

Sahte Benlik Sunumu ve İdealize Edilmiş Görüntü

Sosyal medyanın yaygınlaşması, bireylerin kendilerini ve kimliklerini topluma sunma biçimlerinde köklü değişikliklere yol açtı.

“Mış gibi kişilikler”, sosyal medya platformlarında yaratılan “sahte benlik” ile bireyin gerçek kimliği arasındaki uçurumu derinleştiren bir kavram olarak karşımıza çıkıyor.

Bu sahte benlik, kişinin duygusal ve zihinsel gerçekliğinden kopuk, idealize edilmiş bir yaşamın simgesi haline geliyor.

Örneğin, Instagram gibi platformlar, bireylerin filtrelenmiş fotoğraflarla mükemmel bir hayat imajı yaratmalarına olanak tanıyarak, başarı ve mutluluk kavramlarını yapay bir estetikle eşleştiriyor.

Kapitalist kültürde birey, tıpkı bir ürün gibi sunulur; sosyal medya, bu süreçte bir “metalaşma” aracı olarak işlev görür.

Kişi, sahte benliğiyle sosyal medya ortamında “satılırken”, aslında kapitalist sistemin tüketim mantığı içinde kendini yeniden üreten bir meta haline gelir.

Bu, bireyin hem kendi özünden uzaklaşmasına hem de sürekli bir performans baskısı altında yaşamasına yol açar.

Kişi, yalnızca kendisini değil, yaşamını ve deneyimlerini de bir gösteriye dönüştürür.

“Mış gibi kişilik”ler, sosyal medyada bir tür “sahte benlik” yaratmak için paylaşım kültürünü kullanırlar.

Bu sahte benlik, kişinin gerçekliğini ya da duygusal karmaşıklığını yansıtmaz, aksine idealize edilmiş bir yaşam ve başarı imajı yaratır.

Yüzeysel Onay Arayışı:

Sosyal medya platformları, bireylere dışsal onay alma imkânı sunarken, bu süreçte yüzeysel bir tatmin yaratır.

Beğeni ve yorumlar, bireylere kısa süreli bir haz sağlasa da bu, gerçek bir içsel güvene dönüşmez.

Otto Kernberg’in teorisiyle uyumlu olarak, “mış gibi kişilik”ler bu tatmin edici olmayan onay döngüsünü sürekli kılmak zorundadır.

Birey, içsel boşluğunu ve aidiyetsizlik hissini gidermek amacıyla dış dünyadan gelen bu geçici onayları besler.

Bu sahte kimlik, bireyin gerçek benliğiyle olan bağını giderek zayıflatır.

Sürekli bir performansın sergilendiği bu dijital dünyada, birey sahici kimliğinden daha da uzaklaşır ve sonuç olarak psikolojik bir yabancılaşma yaşar.

Paulo Freire’nin eleştirel pedagojisine göre bu tür yabancılaşma, yalnızca bireysel bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal bir bilinç sorunudur.

“Sahte bilinç” kavramı, kişinin toplumsal ve kültürel baskılar sonucu kendi gerçekliğinden nasıl koparıldığını açıklar.

Piyasa toplumu, bağlı olduğu egemenlik ve sömürü ilişkilerini gizler.

Sosyal medya, bireyin sadece kişisel varoluşunu değil, aynı zamanda toplumsal konumlanışını da manipüle ederek bu sahte bilincin yeniden üretiminde önemli bir rol oynar.

Gerçek Benlik ile Bağlantının Zayıflaması

Paylaşım kültüründe, sürekli olarak bir imaj yaratma ve onu sürdürme çabası, bireylerin gerçek duyguları ve deneyimleriyle temasını koparır.

“Mış gibi kişilik,” kendisini sosyal medyada sergilediği bu idealize edilmiş imaj üzerinden tanımlarken, gerçek benlik geri plana itilir.

Bu, kişinin içsel bütünlüğünü zayıflatır ve psikolojik bir yabancılaşmaya neden olur.

Sosyal medya, gerçek benliğin tehdit edilmediği, korunaklı bir alan olarak değil, aksine sürekli performans sergilenen bir sahne olarak işlev görür.

Modern dünyada bireyler, yalnızca dışsal baskılara değil, aynı zamanda içsel çatışmalar ve psikolojik yabancılaşmalara da maruz kalır.

Özellikle sosyal medya ve tüketim kültürünün yoğunlaştığı bir çağda, bireylerin kimlik arayışları giderek daha yüzeysel ve sahte bir hale gelir.

Bu durum, yalnızca bireysel psikolojik zorluklarla açıklanamaz; toplumsal yapılar ve ideolojiler de bu sahte kimliklerin yaratılmasında önemli bir rol oynar.

Sahte Kimliklerden Kurtulma ve Özgürleşme

Bireyin bu sahte kimliklerden kurtulması, sadece içsel bir farkındalık gerektirmez; aynı zamanda toplumsal yapılarla ilişkisini yeniden sorgulaması gerekir.

Freire, bireylerin kendi ezilmişliklerini fark ederek eleştirel bir bilinç geliştirmesi gerektiğini vurgular.

Bu süreç, bireyin pasif bir tüketici konumundan çıkarak toplumsal yapılar ve kendi kimliği üzerine aktif bir düşünce geliştirerek, özgürlüğüne giden yolu keşfetmesini içerir.

Kernberg’e göre sahte kimlikler, bireyin topluma uyum sağlama ve başkalarının beklentilerini karşılama amacıyla oluşturduğu yüzeysel kişiliklerdir.

Sosyal medya, bu kimliklerin sergilenmesi ve yayılması için ideal bir platformdur.
Ancak Freire’nin pedagojisi, bu yapının tersine çevrilmesi gerektiğini savunur.

Bireyin, hem toplumsal hem de kişisel anlamda özgürleşebilmesi için, sahte bilinçten ve sahte kimlikten kurtularak, gerçek benliğine ve toplumsal sorumluluğuna dönmesi gerekir.

Peki kolektif olarak nasıl bir medya inşa etmeliyiz?

90’lar kuşağının en önemli eleştirilerinden biri şu olmalıdır: Üslup ve geleneksellikten yoksun bir şekilde yaratıcı alanlara mahkûm bırakıldık.

En sade ve en basit olanı ihmal ederek, yüksek perdeden vakıflar ve partiler kurduk, katılımcıların yaratıcılıklarını kendiliğinden ortaya çıkaracağını düşündük.

Oysa her atölyede olduğu gibi, temel prensip zanaatkârlıktır; ince işçilik öğrenmek ve bu süreçte ustalaşmaktır.

Üslup ve araç kullanma becerisi geliştikten sonra yaratıcılık ve hayal gücü devreye girer.
Ancak biz, henüz araçlara tam anlamıyla hakim olmadan tuvalin başında bulduk kendimizi.

Bu yüzden, dernekler gibi yapılarda zanaatkârlığımızı geliştirerek geleceği sağlam temeller üzerine inşa etmeliyiz.

Peki, sosyal medyanın bu sahte kimlik üretim döngüsünü bir derneğin sosyal medyasında nasıl kırabiliriz?

Metnin geri kalanı bu tartışma için bir zemin olabilir.

O halde başlayalım.

Kapitalist sistem, bireyleri metalaştırarak tüketim odaklı bir yaşam tarzını dayatırken, medya bu süreçte etkili bir araç olarak kullanır.

Ancak bu araçları tersine çevirip, onları bir özgürleşme platformuna dönüştürmek mümkündür.

Mevcut sistemin eleştirisi üzerinden yeni bir anlam dünyası inşa etmek ve medyanın ideolojik yapıları yeniden üretme gücünü kırmak için, semboller, göstergeler ve estetik unsurlar yeniden düşünülmelidir.

Görselliğin Yönelimi

Kapitalist medyanın idealize edilmiş estetiğine karşı, daha sade, gerçekçi ve spontan görüntüler kullanılabilir.

Kamera açıları, bireyi mükemmeliyetçi bir dünyada konumlandırmak yerine, gündelik hayatın sadeliğini ve kolektif dayanışmayı öne çıkaracak biçimde düzenlenebilir.

Özellikle bireyin merkezde olmadığı, kolektif çabaların ön plana çıktığı bir görsel anlatı tarzı, karşı-hegemonik bir sembol dili yaratmanın başlangıcı olabilir.

Soruların Yönelimi

Podcast ve video içeriklerinde, soruların yönelimi büyük önem taşır.

Sistem eleştirisini körükleyen, neden-sonuç ilişkilerini sorgulayan, toplumsal sınıf yapılarının görünür kılındığı sorular sorulmalıdır.

Sadece sorunun yüzeysel göstergeleri değil, sistemin altyapısal mantığı sorgulanmalıdır.
Bu sorular, izleyiciyi düşünmeye ve eleştirel bakış geliştirmeye teşvik etmelidir.

Geleneksel medya sisteminde sorular genellikle bireysel başarılar ya da popüler kültür üzerinden şekillenir.

Bunun yerine, toplumsal sorumluluk, adalet, sınıfsal çelişkiler gibi meselelere odaklanan sorular yapıcı bir üslubun gelenekselleşmesini sağlayabilir.

Amaç, izleyiciyi sadece bilgilendirmek değil, onu aktif bir düşünsel ve eylemsel alana çekmektir.

Gösterge ve Semboller: Yeni Anlam Dünyaları

Ana akım medya başarıyı bireysel lüks tüketimle ilişkilendirirken, kolektif başarıları ya da dayanışma temelli başarıları öne çıkaran sembollere odaklanılmalıdır.

Bireysel lüks tüketimin karşıtı “haset” kültürü değildir.

2000’li yıllarla birlikte ana akım karşıtı medyanın empoze ettiği “haset” kavramından beslenen karşı duruş efendisine bağımlı bir rolü teşvik eder.

Anlam inşası tüketimi değil kolektif eylemi ve adalet mücadelesini simgelemelidir.

İçerik Formatı ve Estetik

İçeriklerin estetik dili, kapitalist sistemin parlak ve cilalı yüzünden kaçınmalı, bunun yerine daha sade, minimal ve anlam yüklü bir anlatı benimsenmelidir.

Anti-kapitalist mesajlar açık olmalı, ancak sloganlara indirgenmemeli; somut çözümler ve derinlemesine analizler sunarak izleyiciyi hem bilgilendiren hem de aksiyona geçmeye teşvik eden bir yapı kurulmalıdır.

Süreklilik ve Derinlik

Videolar ya da podcast’ler yüzeysel tartışmalardan kaçınarak her bölümde derinlemesine bir mesele ele almalıdır.

Bu, izleyicilerin sadece bilgi tüketicisi değil, düşünce üreticisi olmasını sağlar.

Yeni Bir Anlam Dünyası

Kapitalist medya araçlarını kullanarak bu sistemin dışına çıkmak her ne kadar zor olsa da bu araçlar üzerinde yeni bir anlam dünyası inşa etmek mümkündür.

Semboller, gösterge dilleri, soruların yönelimi ve estetik unsurlar, karşı-hegemonik bir medya dilinin temel taşlarını oluşturabilir.

Bu süreç, sadece bireyin özgürleşmesine değil, toplumsal dönüşüme de katkıda bulunacak yeni bir estetik ve bilinç yaratmanın kapısını aralayabilir.